Saniyeyle Yetişkin
Zaman kavramına olan bakış açıları, bireyler olgunlaştıkça değişir. İlhan Selçuk, Düşünüyorum Öyleyse Vurun adlı denemesinde bireylerin çocukluk ve olgunlaştıktan sonraki dönemlerinde zaman kavramına olan bakış açılarının farklı yönlerde evrilebileceğini vurgulamaktadır. Bunu yaparken kullandığı deneme türü bu vurgunun samimi bir tonla aktarılmasını ve okuyucunun da anlatılanlarla kendi yaşamı arasında bağlantılar kurabilmesini sağlamıştır. Metnin ana izleği olan “zaman algısının” işlenmesinde yazar-anlatıcı metni iki anlamsal kesite bölmüştür. Birinci anlamsal kesitte yazar-anlatıcı metnin ana izleğine çocukkenki bakış açısını ikinci kesitte de bir yetişkin olarak bakış açısını anlatmaktadır. Metnin genelinde ise ipucu izlek ve retorik soru kullanımı ile de bu iki bakış açısı arasındaki keskin farkları belli etmektedir.
Metnin birinci anlamsal kesitini birinci satırından kırkıncı
satırına kadar uzanan bölüm oluşturmaktadır. Bu kesitin ana iletisi çocukların
zamanı olgun bireylerden daha yavaş ve farklı bir biçimde kavradığıdır. Bu
iletiyi okura sunan yazar-anlatıcıdır. “yaşadığım” ve “bayılırdım” gibi
sözcüklerde kullanılan “ben” dili bunun kanıtıdır. Anlatıcının birinci tekil
kişi kipini kullanmasının sebebi okuyucuyla arasında samimi bir bağ kurabilmek
ve iki tarafın da zaman algısının ortak paydalarda geliştiğini anlatabilmektir.
Beşinci satırda “Durup beklerdim” tümcesi ile yazar-anlatıcı çocukluğunda
zamanın karşısında adeta kendisinin de durup beklediğini çünkü bunu yapabilecek
kadar zamanı olduğuna dikkat çekmektedir. Bunu yaparken de kısa bir cümle
kullanarak eskiden yapmış olduğu bu davranışın şimdi ona ne kadar anlamsız
geldiğine işaret etmektedir ki bu şekilde de okuyucuya ikinci kesitte varacağı
bir çıkarım ile ilgili bir ipucu izlek sunmaktadır. Yedinci ve on birinci
satırlarda yazar-anlatıcı çocukken sorduğu soruları tekrarlayıp bunların
üzerine düşünerek yetişkinler ile çocukların zamanı algılayışı arasına bir
perde çekiyor. “ofluyorlar, pufluyorlar, patlıyorlar” kelimelerini özellikle
seçen yazar-anlatıcı çocukların, yetişkinlerin zaman algısı karşısındaki
eleştirel tutumunun altını çiziyor. On ikinci ve on sekizinci satırlar arasında
da günlük hayatta yetişkinlerin birbirleriyle çelişen söylemlerini bir çocuğun
eleştirel yaklaşımı ile gözler önüne seriyor yazar-anlatıcı. Bunu yaparken de
üç nokta kullanarak yetişkinlerin bu tür çelişkileri sık sık yaptığını ima
ediyor. Bunun devamındaki on dokuzuncu ve yirmi birinci satırlar arasında
yazar-anlatıcı “Hangisi doğruyu söylüyordu?” tümcesi ile bir çocuğun
gözlerinden, yetişkinlerin zaman algısının objektif olandan ne kadar uzak
olduğunu, onlarınkini bir saat
kulesininki ile kıyaslayarak veriyor. Bunu yaparken retorik soruların
kullanımından geniş bir biçimde yararlanan anlatıcı çocukların sahip olduğu
sorgulayıcı ve meraklı mizacı da art arda sorular sıralayarak kendi
düşüncelerinde taklit ediyor. Aynı zamanda, kendi kendine geçmişteki zaman
algısı ile ilgili olarak bazı şeyleri sorguluyor ve okuyucuyu da bu sorular
sayesinde düşünmeye itiyor. Yirmi ikinci satırda zaman kavramının göreceliliği
ile ilgili bir soru ortaya atan yazar-anlatıcı zamanın farklı bireyler
tarafından farklı şekillerde algılanabileceğinin de altını çizmiş oluyor.
Yirmi altıncı ve otuzuncu satırlar arasında yazar-anlatıcının
okura vermek istediği asıl mesaj çocukken zamanın yavaş geçtiğine inandığıdır.
Saatin akrebini “ağırbaşlı” olarak niteleyen anlatıcı zamanın eskiden günümüzde
olduğu kadar hızlı geçmediğine dikkat çekmektedir. Yelkovanı yakalamanın
“bazen” mümkün olduğunu dile getiren anlatıcı bir ipucu izlek aracılığıyla
ikinci kesitte anlatacağı bir durumla tezatlık yaratmaktadır. Akrep ve yelkovanı
barındıran saat kulesini “eski” olarak nitelemesi de anlatıcının zamanın yavaş
aktığı günlerin geride kaldığını söyleme biçimidir. Aynı zamanda bu saat
kulesini “işlemeli” olarak tanımlaması da metnin ikinci kesitinde anlamı ortaya
çıkacak olan bir ipucu izlektir. Otuz altıdan kırka kadar olan satırlarda
yazar-anlatıcı masalsı ve tekerlemesi bir anlatım yakalayarak çocukluk
zamanlarına göndermede bulunmaktadır. Bunu yaparken imgelerden de yararlanarak
çocukluğundaki zaman algısına işaret etmektedir. Anlatıcının otuz yedinci
satırda bahsettiği “bostan kuyusu” saat çemberini ifade etmektedir. Aynı
satırda, akreple yelkovanın “beygire” benzetilmesi anlatıcının çocukluk
dönemlerinde akreple yelkovanın ve dolaylı olarak zamanın bir bostan kuyusu
beygiri kadar bezmiş ve yavaş hareket ettiğine bir işarettir. Akreple
yelkovanın bu hareketinin betimlenirken “dönmek” yerine “dönenmek” gibi daha
dolambaçlı bir kelimenin kullanılması da anlatıcının çocukluğunda zamanın yavaş
aktığının yeniden altını çizmek içindir. Retorik sorular kullanarak zamanın
aktığına ve o büyüdükçe modernleşmenin de arttığına dikkat çeken
yazar-anlatıcı, bahsi geçen bu satırları metnin bütünlüğü içerisinde çocukluk anılarında
günümüze bir geçiş olarak kullanmaktadır.
Kırkıncı satırdan metnin sonuna kadar olan bölüm ikinci
anlamsal kesiti oluşturmaktadır. Bu kesitin ana iletisi olgunlaşan bireylerin
zaman algısının çocuklarınkine tezatlık oluşturacak şekilde geliştiğidir. Kırk
beşinci satırda yazar-anlatıcı, çocukken daha harcayacak çok zamanı olduğuna
inandığını ancak bunun gerçek olmadığını büyüyünce anladığını günlük konuşma
dili kullanarak okuyucuya aktarmaktadır. Eskiden “zamanı yakalamaya
çalıştığını” belirten anlatıcı çocukken zamanın ondan kaçtığını düşünme
yanılgısını “enayilik” sözcüğü ile vurgulamaktadır. Bu sözcük seçiminin
gerekçesi okuyucuyla samimi bir bağ kurup bir mesaj verebilmek olduğu kadar
aynı zamanda çocukken sahip olduğu bu düşüncesini günümüzde ne kadar saçma
bulduğunun altını çizmektir. Bu nokta yazar-anlatıcının metnin ilk kesitinde
yer verdiği “Durup beklerdim” cümlesi ile bağdaştırılabilir çünkü o cümle
yazar-anlatıcının geçmişte olan algısı üzerindeki günümüz görüşlerinin bir
yansımasıdır. Bunun devamında metnin ilk kesitinde yetişkinlerin ağzından
verdiği örneklere benzer olarak yazar-anlatıcı kendi tümcelerine yer
vermektedir. Bunun sebebi artık çocukluğundaki zaman algısının dışına çıktığını
göstermek ve yetişkinlerle zaman kavramı konusunda aynı düşünceyi yani zamanın
az olduğu düşüncesini paylaştığını aktarmaktır. Bu cümleleri ile zamanı
yakalamanın artık imkânsız olduğunu vurgulayan anlatıcı ilk kesitte yelkovan ve
akrebi nitelemek için kullandığı “ağırbaşlı” ve “yakalamak bazen mümkün”
sözcükleri ile tezatlık oluşturmaktadır.
Yazar-anlatıcı elli dördüncü ve elli beşinci satırlarda
çocukluğundaki zaman algısının şimdiki zaman algısından farkını retorik sorular
yönelterek vurgulamaktadır. “zamana karşı çaresiz değil misin?” sorusunu
yazar-anlatıcı kendisine olduğu kadar okuyucuya da yöneltiyor. Bu şekilde yazar-anlatıcı
hem bir anlamdan geçmişteki düşünceleri nedeniyle yakınıyor, hem de okuyucunun
da aynı yanılgıya düşmesini önlemeye çalışıyor. Bu satırlarda yazar-anlatıcı
öznel ve nesnel zaman kavramları arasına da bir duvar örüyor. Zamanın hep aynı
biçimde aktığını vurgulayan yazar-anlatıcı bahsi geçen birey çocukta olsa
yetişkin de olsa her zaman farklı bir zaman algısına sahip olacağının altını
çiziyor. Bu satırların devamındaki paragrafta yazar-anlatıcı günümüz
dünyasındaki “saniyeyi bile gösteren” saatlerden bahsediyor. Artık zamanın ne
kadar paha biçilemez olduğunun altını çizen anlatıcı “akrep”, “yelkovan” gibi
“geçmişe ait” ögelere yer vererek çocukken zaman algısının ne kadar farklı
olduğuna göndermelerde bulunuyor ve bu iki zaman arasındaki farka işaret
ediyor. Altmış ikinci satırdan altmış dördüncü satıra uzanan bölümde
yazar-anlatıcı günümüz dünyasında saatlerin göze daha fazla battıklarını ve sanki
zamanı daha hızlı akıyormuş gibi gösterdiklerini anlatıyor. “Dakikanın nasıl
geçtiğini anlamak için beklemeye gerek yoktu” tümcesi ile beklemese bile bu
saatlerin zamanın hızlı bir şekilde aktığı hissiyatını verdiğinden bahsediyor
yazar-anlatıcı. Buna ek olarak, saniyeyi gösteren saatlerin bireyin zaman
tarafından nasıl sıkıştırıldığını ve kovalandığını hissettirdiğini de “alarm
işaretleri gibi” kelimeleri ile aktarıyor. Bu saatlere karşı genel tutumunu da
“sinir bozucu, korkutucu, ürkütücü” kelimeleri ile betimliyor ki bunlar da
çocukluk döneminden kalma saatleri nitelemek için kullandığı “işlemeli”
kelimesi ile tezatlık oluşturuyor ve bu da çocukluğundakiyle, yetişkinken ki
zaman algıları arasındaki farkı somutluyor.
Kısacası, İlhan Selçuk’un Düşünüyorum Öyleyse Vurun adlı denemesinin ana iletisi bir bireyin zamanı algılayışının çocukluk ve yetişkinlik evreleri arasında ciddi farklar göstereceğidir. Çocukken birey zamanın daha ağır aktığını düşünürken yetişkinlikte zamanın onu kovaladığını hissetmektedir. Günümüzün modernleşen dünyasında ise bireylerin zamanı gerek iş gerekse okul gibi nedenlerden dolayı giderek kısıtlanmaktadır. Bu nedenle de Selçuk’un bu denemesinde konu aldığı durum aslında bütün bir insanlığın zamansal gerçekliğini temsil etmektedir.
-Bora
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Ne düşünüyorsunuz?